İlişki kurduğumuz kişilerin ölümü sonrasında girilen yas süreci birçok duyguyu bir arada barındırır: özlem, kaygı, yalnızlık duygusu, çaresizlik, depresif hissetmek vb. Bu duygular zaman içerisinde yoğunluğu açısından değişkenlik gösterebilir. Bazen özlem daha baskın olabilir, bazen kaygı, bazen keyifsizlik. Bazen duygular bir karmaşa şeklinde kendisini gösterebilir, iç içe geçebilir. Bu duyguları deneyimlemek kişiye bazen hiç azalmayacakmış gibi görünebilir. Hatta bazen azalan duyguların yeniden kuvvetli şekilde deneyimlenmesi kişiye başa dönüyormuş gibi hissettirebilir. Aslında bu duygular doğrusal şekilde değişmez. Yani örneğin, özlem duygusu giderek azalacak ve bitecek gibi bir durum söz konusu değildir. Kimi zaman azalabilir, kimi zaman artabilir. Bu, içinden geçilen yas sürecinin bir parçasıdır ve olağan olarak görülür.
Kaybedilen kişinin ardından, “artık unut onu, hayata dön” gibi ifadeler sıklıkla çevreden işitilebilir. Genel kanı, hayata yeniden geri dönebilmenin ancak vefat eden kişinin geride bırakılması ile mümkün olabileceği yönündedir. Ancak, geride kalan için unutmak fikri bile çok acı verici olabilir. Başka bir açıdan yaklaşırsak, kaybedilen kişiyle kurduğumuz ilişkinin bizim hayatımıza kattıklarını gözden geçirmek ve o kişinin kaybından sonra dahi bu katkıları hayatımızda nasıl devam ettirebileceğimizi düşünmek, kaybedilen kişiyi unutmak zorunda kalmadan, onunla aramızdaki bağı diri tutarak hayata dönmemizi sağlar. Bu nedenle, psikoterapide, kaybedilen kişi ile geride kalan kişi arasındaki ilişkinin derinlemesine incelenmesi oldukça önemlidir. Danışanın, kaybedilen kişiye “yeniden merhaba” demesi ve o kişi ile olan ilişkisini hayatına yeniden katabilmesi süreci olarak da tarif edilebilir.

